ESİNTİLER / ZEYNEP
ORAL
Fazıl Say'ın 'Metin Altıok Oratoryosu', içimizdeki acıyı,
hüznü ve isyanı çığlığa dönüştürdü
Bir çığlık karışır rüzgâra
Sahnenin önündeki metronomun 37 vuruşuyla başlayan
'Metin Altıok Oratoryosu' yine metronomun 37 vuruşuyla sona
erdi. Ve o anda Açıkhava Tiyatrosu toptan ayağa kalktı.
Alkışlar dinmek bilmiyordu. Fazıl Say, bu çok zor, çok
yoğun, çok etkileyici eserle bir kez daha kendini aşmıştı.
Günlerden 2 Temmuz'du. Sıvas'ta, Pir Sultan Abdal
Şenlikleri'nde, aralarında şairlerin, yazarların,
sanatçıların bulunduğu 37 kişi, 37 insan, ''cihat
çağrısı'' yapan, şeriat yanlısı yobazlarca Madımak
Oteli'nde yakılarak öldürüldü. Gericilerin şiddet gösterisi
katliamla sonuçlandı.
Ortaçağ'da değildi. Yüzyıllar önce değildi... On yıl
önce, 1993'teydi.
***
Günlerden 3 Temmuz. Açıkhava Tiyatrosu ağzına dek dolu.
Oturacak yer bulamayanlar, merdivenleri doldurmuş. Fazıl
Say 'ın ''Metin Altıok Oratoryosu'' nu dinlemeye
hazırlanıyoruz... Önceki akşamdı.
Aklımda Fazıl Say'ın sözleri: ''Bestelediğim eserde,
Sıvas'ta can veren onca sanatçıdan yalnızca birini seçmiş
olmamın belirli nedenleri var. Metin Altıok, orada can veren
aydınlarımızın bir simgesi olmakla kalmaz, şiir
geleneğimizin de bir simgesidir..''
37 vuruş
Sonunda ışıklar söndü. Şef İbrahim Yazıcı,
viyolonsel ağırlıklı Oda Orkestrası, 70 kişilik Kültür
Bakanlığı Devlet Çoksesli Korosu, solistler Zuhal Olcay,
soprano Burcu Uyar, çocuk solist Kıvanç Tire
ve piyanonun başında Fazıl Say yerlerini aldı.
Fotoğrafçıların fotoğraf çekmeleri için, sanatçıların
sahnede dimdik kıpırdamadan durdukları birkaç saniye, yalnız
bana değil, tüm izleyicilere de hiç bitmeyen bir saygı
duruşu izlenimi verdi.
Ve oratoryo... Nasıl başladı biliyor musunuz? Sahnenin en
önündeki bir metronomun vuruşlarıyla başladı. Tam 37 vuruş!
37 can, geldi yüreğimize yerleşti. (Metronom zamanların
düzenlenmesini sağlar, oysa Madımak Oteli'nde zaman
durmuştu!)
İlk notalar, Âşık Veysel 'in Sıvas'ını
çağrıştırırken, ''Dalmış kendi kendime'' başlıklı ilk
bölümde Metin Altıok anlatılıyordu. Arkadaki perdeden şairin
dizelerini okuyabiliyor, kendi çizdiği desenleri,
fotoğraflarını görüyorduk. ''Düşerim'' şiiriyle müzik
''patlıyor''. ''Yıkıcılar Geldiler'' şiirinde, Zuhal
Olcay'ın söylediği şiir ve şarkıda, daktilo sesleri müziğin
yerini alıyordu. ''Rüzgâr'' da Kıvanç Tire'nin
kırılgan çocuk sesi, bizi şairin çocukluğuna götürüyor,
''Yalnızlık'' ta ise koloratur soprano Burcu Uyar'ın
olağanüstü sesi bir çığlığa dönüşüp rüzgârlara (koroya)
karışıyordu.
İkinci bölüm ''Bingöl soneleri'' nde, şairin
Bingöl'de yazdığı şiirler yorumlanıyordu. İçimizdeki çığlığı
ve isyanı büyüten o mükemmel koroydu. ''Ben buraya bebe
hakkı için geldimdi / ben kimdim unuttum, bebeler kimdi''
bölümü yaşamım boyunca beni terk etmeyecek anlardı. İçimdeki
hüzün isyana dönüşüyordu!
Üçüncü bölüm ölüme ilişkindi.
Güvercin çırpınışı
Şef İbrahim Yazıcı, Fazıl'ın bestesini ve orkestra
seçimini öyle güzel anlatmış ki program kitapçığında, buraya
almadan edemiyorum:
''Bu kez dışa dönük 'Nâzım' da olduğu gibi dev
bir orkestra yerine, içe kapanık küçük bir çalgı topluluğu
kullanmış bestecimiz. Çoğu koyu renklerle, ama isyan
anlarında en trajik, insan sesi dokusunda çığlıklar
işittiren beş viyolonsel; şiirlerin derinliğini müzikteki
armonik derinlikle vermeyi üstlenen bir kontrbas; içten
fışkıran çığlıkları, bizim de içimizde sakladığımız
feryatları yansıtan trompetler ve bir trombon; hüzünlü ses
rengiyle kavalı anımsatan alto flüt; çocuk saflığı ve
berraklığıyla bir flütün yanı sıra 'güvercin
çırpınışını' canlandırarak eserde sürekli biçimde
huzursuzluğu yansıtan bir piccolo flüt... Ve yerine göre
rüzgârı, yerine göre yürek atışlarını dile getiren iki
vurmalı çalgılar sanatçısı...''
O ''güvercin çırpınışı'', ''leit motif'' olarak
tekrarlandıkça çırpınan yüreklerimizdi.
Son bölüm ölüm üzerineydi. Üç solistin birbiriyle
kucaklaşan sesleri, koronun dinmeyen rüzgârı,
viyolonsellerin feryatları, piyanonun sonsuz gerilimi ve
vurmalı çalgıların kalp atışları duracaktı...
Eser, sahnenin önündeki metronomun 37 vuruşuyla sona
erdi.
Ve o anda Açıkhava Tiyatrosu toptan ayağa kalktı.
Alkışlar dinmek bilmiyordu.
Fazıl Say, bu çok zor, çok yoğun, çok etkileyici eserle
bir kez daha kendini aşmıştı.
Yine yasaklar
Daha önce söylemedim, keyfinizi kaçırmamak için. Daha
konser başlamadan önce o lanet olası haber yayılmıştı
ağızdan ağıza. Son bölümde perdeye yansıması tasarlanan
birkaç dakikalık ateş, yangın, duman görüntüleri son anda
yasaklanmıştı. Oysa şiir, müzik, teatral ve görsel öğeler
bir bütün oluşturuyordu.
Kim mi yasaklamıştı? Sağlıklı bir bilgi alamadım. Kültür
ve Turizm Bakanı deniyordu. Başbakan özellikle İstanbul
Kültür ve Sanat Vakfı'ndan rica etti deniyordu. Eserde görev
alan koro Kültür Bakanlığı'na bağlıydı ve koroya ancak o
görüntüler çıkarılırsa izin verilmişti...
Anlamadığım çok şey var: Yani o görüntüleri yasaklamakla
Sıvas katliamı olmamış mı sayılacak? Unutulacak mı? Canileri
affetmenin yolu mu hazırlanıyor? Daha önceki akşam Madımak
yangını çeşitli televizyon kanallarında gösterilmedi mi?
Fazıl Say'ın eseri, bence değerinden hiçbir şey yitirmedi
bu yasakla! Değerini yitiren, sanata ve sanatçıya bu
saygısızlığı yapanlar!
Perdedeki ateş ve dumanı yasaklamak kolay. Önemli olan
yaşamda, insanların düşüncelerinden dolayı yakılmasını
yasaklamak!
Metin Altıok'un son dizeleri hâlâ kulağımda: ''Bir
yarım umuttur elimizde kalan, / Göğüslemek için karanlık
yarınları.''
Başta Fazıl Say olmak üzere, emeği geçen tüm sanatçıları
kutluyorum. Ve karanlık yarınları göğüslemek için verdikleri
güç için de teşekkür ediyorum. |